Diyabetik Haberler

Günün erken saatlerinde yemek yemeye başlayan kişilerin, gün içinde öğünlerini günde 10 saatten az veya günde 13 saatten fazla olarak yayılmış olmasına bakılmaksızın, daha düşük kan şekeri seviyelerine ve daha az insülin direncine sahip oldukları belirlendi. (Chicago, Ill’deki Northwestern Üniversitesi’nden baş araştırmacı Marriam Ali, M.D.)

  • İnsülin direnci, vücut pankreasın ürettiği insüline iyi yanıt vermediğinde ve glikozun hücrelere daha az girebildiği durumlarda ortaya çıkar. İnsülin direnci olan kişilerde tip 2 diyabet geliştirme riski daha yüksektir.
  • Hem insülin direnci hem de yüksek kan şekeri seviyeleri, bir kişinin metabolizmasını, besinlerin daha basit bileşenlerine parçalanarak kullanılmasını etkiler: Bu besinler proteinler, karbonhidratlar (veya şekerler) ve yağlardır. Bu metabolik süreç bozulduğunda diyabet gibi metabolik rahatsızlıklar ortaya çıkar.

Söz konusu araştırma için insanlar sabah beslenmeye saat 8:30 öncesi ve 8:30 sonrası başlayan iki gruba ayrıldılar.

Yapılan değerlendirmeler sonucunda gün içerisinde toplam beslenme saatinden bağımsız olarak güne saat 8:30 önce besin alarak başlayan kişilerin açlık kan şekerlerinin daha düşük olduğu ve buna bağlı olarak daha düşük insülin direncine sahip oldukları belirlendi.

Bu veri bizlere özellikle tip 2 diyabet için riski azaltmak için bir fırsat sunuyor.

Referans: https://www.sciencedaily.com/releases/2021/03/210318091646.htm

Erkenci misiniz yoksa gece kuşu mu? Günlük hareket miktarımız ve uyku döngülerimiz, tip 2 diyabet ve kalp hastalığı gibi hastalıkların riskini arttırabilir. Uyku ve diyabet arasında nasıl bir ilişki vardır.

Experimental Physiology’de yayınlanan yeni araştırma, uyanma/uyku döngülerinin metabolik farklılıklara neden olduğunu ve vücudumuzun kullandığı enerji kaynağı tercihini değiştirebileceği keşfedildi. Araştırmacılar, gece uyumayan insanların, enerji için yağ kullanma yeteneklerinin azaldığını bunun da vücuttaki yağ miktarının arttıracağını tespit ettiler. Sonuç olarak da bu durumun tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalık riskini artırabileceğini buldular.

İki grup arasındaki metabolik farklılıklar, depolama ve enerji kullanımı için hücreler tarafından glikoz alımını sağlamak için ne kadar insülini kullanabileceği ile ilgilidir.

‘Erkenciler’ (sabahları aktif olmayı tercih eden kişiler) enerji kaynağı olarak yağa daha fazla güvenirler ve ‘gece kuşlarına’ göre daha yüksek aerobik kondisyon seviyeleri ile gün boyunca daha aktiftirler.

Öte yandan, ‘gece kuşları’ (gündüz ve gecenin ilerleyen saatlerinde aktif olmayı tercih eden kişiler) dinlenme ve egzersiz sırasında enerji için daha az yağ kullanırlar.

ABD, New Jersey’deki Rutgers Üniversitesi’nden araştırmacılar, katılımcıları bahsedilen iki gruba ayırdılar. Yapılan araştırmalar sonucunda

Araştırmacılar, gece uyuyup gündüz aktif olan kişilerin hem dinlenirken hem de egzersiz sırasında enerji için gündüz uyuyup gece aktif olanlara göre daha fazla yağ kullandığını buldu. Gece uykusunu alan kişiler insüline daha duyarlıydı. Öte yandan gündüz uyuyanlarda insülin direnci olduğu tespit edildi. İnsülin direnci olan kişilerde kan şekerini düşürmek için vücut daha fazla insüline ihtiyaç duyar ve vücutları enerji kaynağı olarak karbonhidratları, yağlara tercih eder. Bu grubun enerji sağlamak için insüline yanıt verme yeteneğinin bozulması, tip 2 diyabet ve/veya kalp hastalığı riskini arttırmaktadır.

Referans: https://www.sciencedaily.com/releases/2022/09/220920100754.htm

Bu yazımızda İngiltere’de yapılmış olan oldukça etkili çözümler sunan Yapay Pankreas Davranışlı İnsülin Pompası çalışmasını sizinle paylaşmak istiyorum.

Diyabetli olan yaşı küçük arkadaşlarımız için özellikle ilk zamanlarda hem diyabetli kişi hem de ailesi sıkıntılar yaşayabiliyor. Yazıda bahsi geçecek olan yapay pankreas görevi yapan bu cihaz tip 1 diyabeti yönetmekte oldukça etkili görünüyor. Gelin beraber bu cihazı inceleyelim.

Cihaz, verilmesi gereken insülin miktarını belirlemek için özel bir algoritma kullanır.

Cihazdaki uygulamanın kullandığı bu algorirma öngörülen veya gerçek zamanlı glikoz seviyelerine göre sağladığı insülin miktarını otomatik olarak ayarlar, yani ebeveynlerin yalnızca yemek zamanlarında insülini izlemesi ve uygulaması gerekir.

New England Journal of Medicine’de yayınlanan bir araştırmaya göre de, cihaz kan şekeri düzeylerini yönetmede mevcut teknolojiden daha etkilidir.

Tip 1 diyabeti yönetmek, özellikle yaşı küçük çocuklarda, gereken insülin seviyelerindeki ve her çocuğun tedaviye nasıl yanıt verdiğindeki değişkenliğin yanı sıra ne kadar yedikleri ve egzersiz yaptıklarına ilişkin öngörülemezlik yetişkin insanlara göre daha fazla olduğundan zordur.

Klasik Kan Şekeri Ölçme Yönteminde Parmaktan Kan Numunesi Alınması

Bu öngörülemezliğin sonucu olarak çocuklar, ölümcül olabilen veya vücuda zarar verebilecek tehlikeli düzeyde düşük kan şekeri düzeyleri (hipoglisemi) ve yüksek kan şekeri düzeyleri (hiperglisemi) açısından özellikle risk altındadır.

Birçok çocuk günümüzde glikoz seviyelerini sürekli izleyen ve deriye yerleştirilmiş bir aparata bağlı bir pompa aracılığıyla insülin veren cihazlar kullanıyor. Ancak bunun için ebeveynlerin sıklıkla glikoz seviyelerini gözden geçirmesi ve ardından ihtiyaç duydukları insülin miktarını cihaz üzerinden manuel olarak ayarlaması gerekiyor.

Bununla birlikte, bu yeni teknoloji, kandaki glikozu gösteren bir sistem ve insülin pompası ile birlikte yapay bir pankreas gibi davranan ve gerçek zamanlı glikoz seviyelerine göre sağladığı insülin miktarını otomatik olarak ayarlayan bir uygulama kullanıyor. Bu da manuel olarak gün içerisinde bir müdahaleye gerek bırakmıyor. Çünkü sürekli bir şekilde kan şekeri ölçümü gerçekleşerek ona göre cihazdan insülin çıkışı oluyor.

Uygulamayı geliştiren kişiler geçmiş deneyimlere dayanarak insülin seviyeleri hakkında tahminler yaptığını ve günün belirli saatlerinde çocuğun ne kadar ihtiyacı olduğunu “öğrenebildiğini” belirtiyorlar.

Uluslararası yapılan bir araştırmada, yaşları 1-7 arasında değişen tip 1 diyabetli 74 çocuğu içeriyordu.

Tüm çocuklar 16 hafta boyunca bahsettiğimiz uygulamayı (CamAPS FX) kullandılar ve ardından yine 16 hafta boyunca normal tedaviyi (sensörle güçlendirilmiş pompa tedavisi) kullandılar.

Ortalama olarak, çocuklar CamAPS FX kullanırken günlerinin yaklaşık dörtte üçünü (%72) glikoz seviyeleri için hedef aralıkta geçirdi – bu oran mevcut teknolojiden neredeyse yüzde dokuz puan daha yüksek.

‘Güvenli ve etkili’


Baş yazar Dr. Julia Ware şunları söyledi: “CamAPS FX, hipoglisemi riskini arttırmadan hiperglisemi ve ortalama kan şekeri seviyeleri dahil olmak üzere çeşitli komplikasyonlarda iyileştirmelere yol açtı.

“Ebeveynler yapay pankreasımızı ‘hayat değiştiren’ olarak tanımladılar, çünkü bu, özellikle geceleri, çocuklarının kan şekeri seviyeleri hakkında endişelenmek için daha az zaman harcayabilecekleri ve rahatlayabilecekleri anlamına geliyordu.”

Sam Wright, altı yaşındaki kızı Sofia’ya parmaktan alınan kan yöntemiyle kan şekerini ölçer ve bunu da yapmak için geceleri alarm kurardı.

Şimdi uygulamayı kullanarak şunları söyledi: “Tanıdan bu yana ilk kez rahatlayabileceğimi hissediyorum.”

Bu önemli çalışma, yapay pankreasın küçük yaştaki çocukların tip 1 diyabetlerini yönetmelerine yardımcı olmak için güvenli ve etkili bir yol olabileceğini gösteriyor ve uygulamanın potansiyeline dair daha fazla kanıt sağlıyor.

Yeni Keşfedilen Fabkin Hormonunun Tip 1 ve Tip 2 Diyabette Kritik Bir Rolü Olabilir

Yapılan araştırmalarla yeni keşfedilen fabkin adlı hormon, metabolizmayı düzenlemeye yardımcı oluyor. Ayrıca bu hormonun tip 1 ve tip 2 diyabetin gelişiminde önemli bir rol oynayabileceği belirtildi.

Yapılan çalışmalar tip 1 veya tip 2 diyabetli farelerde ve insanlarda kandaki fabkin hormonu seviyelerinin anormal derecede yüksek olduğunu gösterdi. Araştırmacılar, fabkin aktivitesinin bloke edilmesinin hayvanlarda her iki diyabet formunun da gelişmesini engellediğini tespit ettiler. Fabkin muhtemelen insanlarda da benzer bir rol oynuyor ve araştırmacılara göre bu hormon kompleksi umut verici bir terapötik hedef olabilir.

Araştırmacı Gökhan S. Hotamışlıgil, “On yıllardır, pankreas beta hücrelerinden insülin üretimi gibi uygun endokrin tepkileri üretmek için gerekli olan adipositlerdeki enerji rezervlerinin durumunu ileten sinyali araştırıyoruz. Artık fabkin’i çok sıra dışı bir moleküler mekanizma yoluyla bu kritik işlevi kontrol eden yeni bir hormon olarak tanımladık.” sözleriyle fabkin hormonunun görevini açıkladı.

İnsülin ve leptin gibi birçok hormon metabolizmanın düzenlenmesinde rol oynar. Fabkin, tek bir tanımlanmış reseptörü olan tek bir molekül olmadığı için geleneksel hormonlardan farklıdır. Bunun yerine fabkin, yağ asidi bağlayıcı protein 4 (FABP4), adenosin kinaz (ADK) ve nükleozid difosfat kinaz (NDPK) dahil olmak üzere birçok proteinden oluşan fonksiyonel bir protein kompleksinden oluşur.

Bir dizi deneyle araştırmacılar, fabkin hormonunun hücrelerin dışındaki enerji sinyallerini düzenlediğini belirlediler. Bu sinyaller daha sonra hedef hücre fonksiyonunu kontrol etmek için bir reseptör ailesi aracılığıyla hareket eder.

Diyabet durumunda ise fabkin, pankreasta insülin üretiminden sorumlu olan beta hücrelerinin işlevini kontrol eder.

Yazarlar pankreasın insülin üreten beta hücrelerinin fabkin’in hedefi olduğunu ve hormonun diyabet gelişiminin arkasındaki itici güç olduğunu gösterdi. Araştırmacılar, farelerde fabkin’i nötralize etmek için bir antikor kullandıklarında, hayvanlarda diyabet gelişmedi. Obez, diyabetik farelere antikor verildiğinde, sağlıklı bir duruma geri döndüler.

-Sabri Ülker Merkezi ve Moleküler Metabolizma Bölümü’nde araştırma görevlisi olan baş yazar Kacey Prentice’in şu cümleleriyle yazımıza son veriyoruz. “Fabkin’in keşfi, bir adım geri atmamızı ve hormonların nasıl çalıştığına dair temel anlayışımızı yeniden gözden geçirmemizi gerektirdi.” “Yeni bir hormon bulmak için son derece heyecanlıyım, ancak bu keşfin uzun vadeli etkilerini görmek konusunda daha da heyecanlıyım.”

Referanslar:

Kacey J. Prentice, Jani Saksi, Lauren T. Robertson, Grace Y. Lee, Karen E. Inouye, Kosei Eguchi, Alexandra Lee, Ozgur Cakici, Emily Otterbeck, Paulina Cedillo, Peter Achenbach, Anette-Gabriele Ziegler, Ediz S. Calay, Feyza Engin, Gökhan S. Hotamisligil. A hormone complex of FABP4 and nucleoside kinases regulates islet functionNature, 2021; DOI: 10.1038/s41586-021-04137-3

https://www.sciencedaily.com/releases/2021/12/211208123349.htm

Yeni yayınlanan bir araştırmaya göre hamilelik öncesi veya hamilelik esnasında diyabete yakalananlar annelerin, göz problemleri yaşama riski olan çocuklara sahip olma olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

Araştırma, Nanjing Tıp Üniversitesi, Nanjing, Çin Üreme Tıbbı Devlet Anahtar Laboratuvarı’ndan Dr. Jiangbo Du ve Aarhus Üniversitesi, Aarhus, Danimarka’dan Dr. Jiong Li ve meslektaşları tarafından yapılmıştır.

Araştırmacılar hamilelik öncesi veya sırasında anne diyabeti ile yüksek ışık kırılma hatası (RE) denilen problem riski arasındaki ilişkileri analiz etti: gözün görüntüleri retinaya düzgün şekilde odaklayamadığı durumlar. Kırılma hatası (RE), göz şeklinizin ışığı doğru şekilde bükememesi ve bunun sonucunda bulanık bir görüntü oluşması anlamına gelir. Başlıca kırma kusurları türleri miyopi (yakını görememe), hipermetropi (ileri görememe), presbiyopi (yaşla birlikte yakın görme kaybı) ve astigmatizmdir.

Son yıllarda, genetik olmayan faktörlerin de bu göz problemlerinin gelişiminde önemli bir rol oynayabileceğini gösteren RE prevalansında hızlı bir artış olmuştur. Okul çağındaki çocuklarda ve genç yetişkinlerde düşük ve orta düzeyde RE gelişimi için edinilen ana risk faktörleri olarak, uzun süre bilgisayar kullanma gibi gözün sürekli yakından parlak objelerce yorulmasıyla beraber kişinin açık hava etkinliğinin olmaması tespit edilmiştir.

Bununla birlikte, yüksek RE kusurlarının nedenleri hala tam olarak anlaşılmamıştır.

Daha önceki araştırmalar, şiddetli RE’li bireylerin doğumdan önce yaşanan problemler sebebiyle , doğuştan göz kusurlarına sahip olabileceğini göstermiştir; bu durum fetüsün uterusta maruz kaldığı olumsuz koşulların doğum sonrası yaşamında daha ciddi RE gelişiminde rol oynayabileceğini düşündürmektedir.

Hamilelik sırasında hiperglisemi (yüksek kan şekeri), retinaya ve optik sinire zarar verebilecek yüksek kan şekeri seviyelerine yol açabilir ve sonuçta RE’ye neden olan göz problemlerine yol açabilir.

Araştırmacılar şunları önermektedir: “Küçük çocuklarda pek çok bahsettiğimiz problemler daha tedavi edilebilir olduğundan, erken teşhis ve müdahale yaşam boyu olumlu bir etkiye sebep olabilir.

Son olarak uzmanlar diyabetli annelerin çocuklarında göz bozuklukları için erken taramanın görme sağlığının korunmasında önemli bir rol oynayabileceğini belirtmektedir.

Kaynak: https://www.sciencedaily.com/releases/2021/08/210817193001.htm

Araştırmacılar, Tip-1 diyabetliler için kan şekeri düzenlemesinin hem daha kolay hem de daha güvenli hale gelmesini sağlayacak yeni bir insülin molekülü geliştirdiler.

Kopenhag Üniversitesi’nden araştırmacılar ve biyoteknoloji firması Gubra, gelecekte şeker hastalarının doğru miktarlarda insülin kullanmasını sağlayacak yeni bir insülin molekülü geliştirdi.

Bugün piyasada olan ve tip-1 diyabetlilerin kullandığı insülin tipleri, kan şekerini düşürmek için ne kadar miktarda gerekli olduğunu belirleyemiyor. Bilindiği üzere diyabetli kişi kendi ölçümlerine, karbonhidrat sayımına ve hareketine göre yorum yapıp; ona göre enjeksiyonu sağlıyor.

Araştırmacı Profesör Knud Jensen “Bu nedenle, hastanın kan şekeri düzeyine göre kendi kendini ayarlayabilen bir tür insülinin üretimi için ilk adımı geliştirdik. Bu, tip 1 diyabetli kişilerin yaşamlarını büyük ölçüde iyileştirmek için muazzam bir potansiyele sahiptir.” diye açıklıyor.

İlk denemeler farelerde olumlu sonuçlar verdi. Bir sonraki adım, molekülü daha hızlı ve doğru çalışacak şekilde geliştirmek ve son olarak da insanlar üzerinde uygulanabileceğini kanıtlamak. Yani daha önümüzde bu gelişme için uzun yıllar olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Çalışmanın arkasındaki araştırmacılar, vücutta ne kadar kan şekeri olduğunu algılayabilen yerleşik bir moleküler bağlanmaya sahip bir tür insülin geliştirdi.

Bu molekül kan şekeri yükseldikçe aktif hale gelerek kana daha fazla insülin salgılanmasını sağlıyor. Kan şekeri düştüğünde ise tam tersi yönde yani insülinin daha az salgılanmasını sağlıyor.

J. Jensen, “Molekül sürekli olarak az miktarda insülin salgılar; ancak ihtiyaca göre değişkenlik gösterir” diyor ve şu şekilde devam ediyor:

“Günümüzde tip 1 diyabetli bir kişi gün içinde birçok kez insülin enjekte etmeli ve sık sık kan şekeri seviyesini parmaktan alınan kan ile ölçerek izlemelidir. Yeni geliştirilen insülin molekülüyle ise bir kişinin yeni insülin molekülünü bir gün içinde daha seyrek enjekte etmesine ve dolayısıyla onu daha az düşünmesine olanak tanır. Bu tip insülin molekülü, tip 1 diyabet hastalarına daha güvenli ve daha kolay bir tedavi sağlayacaktır.” diyor.

Şu an sadece araştırma ve geliştirme aşamasında olan bu çalışma tip-1 diyabetliler için hayat standartlarında bir artış vaat ediyor. Dileriz bu tarz çalışmalar artarak devam eder.

Referanslar:

Knud J. Jensen, Karin Mannerstedt, Narendra Kumar MIshra, Ebbe Engholm, Morten Lundh, Charlotte Stahl Madsen, Philip J Pedersen, Priska Le-Huu, Søren L Pedersen, Nina Buch-Månson, Björn Borgström, Thomas Brimert, Lisbeth N Fink, Keld Fosgerau, Niels Vrang. An Aldehyde Responsive, Cleavable Linker for Glucose Responsive Insulins. Chemistry – A European Journal, 2020; DOI: 10.1002/chem.202004878

Yıllarca kolestrolle olan ilişkisinden dolayı faydalı mı zararlı tartışmalara konu olan yumurta tüketimi artık günümüzde pek çok maddeden zengin bir besin olarak kabul ediliyor. Tabiki kararında tüketilirse…

Araştırmacıların düzenli yumurta tüketiminin tip 2 diyabet gelişme riskini önemli ölçüde artırdığını tespit ettiği ortaya çıktı. Konuya ilişkin araştırma, British Journal of Nutrition’da yayınlandı. 

Çin Tıp Üniversitesi ve Katar Üniversitesi’ndeki araştırmacılarla işbirliği içinde yapılan bu çalışma 1991’den 2009’a kadar sürdü. Çin Sağlık ve Beslenme Anketi (China Health and Nutrition Survey-CHNS) adındaki araştırma grubu Çinli katılımcıların (ortalama yaşları 50) verilerini analiz etti.

Araştırmacılar, 8545’ten fazla katılımcının yumurta tüketiminine göre kan şekeri seviyelerini karşılaştırdı.

Araştırma sonucunda çok yumurta yiyenlerin, az yiyenlere kıyasla diyabet riskinin arttığını buldular.

Baş araştırmacı Ming Li’ye göre, “Keşfettiğimiz şey, uzun süreli yumurta tüketiminin günde 38 gramdan fazla (1 yumurta =50 gramdır.) olduğu durumda Çinli yetişkinler arasında diyabet riskini yaklaşık %25 artırdığıydı.

Dahası, düzenli olarak çok yumurta yiyen yetişkinlerde (50 gramın üzerinde ) diyabet riskini %60 oranında artırdığı saptandı.”

Bu aşamada araştırmacılar yumurta yemenin neden diyabetle bağlantılı göründüğünü sadece tahmin edebiliyorlar. Riskin, yumurta sarısında bulunan kolin kaynaklı oksidasyon ve iltihaplanma ile ilgili olabileceğini veya yumurta beyazındaki kimyasalların karbonhidrat emilimini engellediğini tahmin ettiler.

Ayrıca yumurta tüketiminin yanı sıra olası diğer faktörleri de sundular. Bu faktörlerin başlıcası:

  • En çok yumurta tüketen denekler aynı zamanda daha fazla yağ ve hayvansal protein tüketmiş olmalarıdır. Ayrıca, fiziksel olarak daha az aktiflerdi ve daha yüksek kolesterol seviyelerine sahip olmalıdır.
  • Araştırmacılar ayrıca, Çin’de son yıllarda batı tipi bir diyetin (sebze tüketiminin daha az, et ve yağın daha fazla) daha yaygın hale geldiğini ve bu durumun da diyabet oranlarının artmasına katkıda bulunabileceğini belirttiler.

Uzmanların genel görüşüne göre yumurta tüketimi konusunda dikkatli olmak gerekmektedir.

Hatta diğer araştırmalar, ölçülü olarak yumurtaların sağlıklı bir diyetin parçası olabileceğini ve hatta diyabet riskini azaltabileceğini gösteriyor.

Diyabetin nedenlerini anlayabilmek için, bir kişinin genel diyetinin yanı sıra vücut ağırlığı, aktivite düzeyindeki değişiklik, stres gibi diğer faktörleri de göz önünde bulundurmak önemlidir.

Kaynakça:

www.diabetesselfmanagement.com/news-research/2020/12/11/new-study-suggests-link-between-eggs-and-diabetes/

Diyabetle yaşayan insanlar için, virüsten korunmak için önlem almak oldukça önemlidir. Çünkü diyabet kronik bir rahatsızlıktır ve viral enfeksiyonlarda ki COVID-19 da onlardan biridir, diyabetin kontrolü zorlaşmaktadır.

Bu yazımızda sıklıkla merak edilen sorulardan yola çıkarak Covid-19 ve diyabet arasındaki ilişkiyi temel olarak aktarmak istedik.

Soru-1: Diyabetli kişilerin COVID-19 virüsüne yakalanma olasılığı daha mı yüksek?

Cevap-1: Şimdiye dek yapılan araştırmalarda diyabetli kişilerin COVID-19’a yakalanma olasılığının genel popülasyona göre daha yüksek olup olmadığını göstermek için yeterli veri yoktur.

Diyabetli kişilerin karşılaştığı ana sorun, virüse yakalanma şanslarının artması değil, eğer hastalığa yakalanırlarsa daha kötü komplikasyonlara sahip olmalarıdır.

Ayrıca, bir kişinin diyabet haricinde sahip başka olduğu rahatsızlıklar da varsa(örneğin, kalp hastalığı, tansiyon), COVID-19 karşısında tehlike çok daha büyüktür. Bunun yanında kişinin yaşı da önemli bir parametredir. Bilindiği üzere yaşlı insanlarda bu hastalıktan etkilenme oranı daha yüksektir.

Soru-2: Diyabetli kişilerin COVID-19 karşısında ciddi komplikasyon şansı daha mı yüksektir?

Diyabetli kişilerin COVID-19’a yakalanmaları durumunda ciddi komplikasyonların ortaya çıkma olasılığı daha yüksektir.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki genel olarak, diyabetli kişilerin herhangi bir virüsle enfekte olduklarında daha şiddetli semptom ve komplikasyonlara sahip olma olasılığı daha yüksektir.

Diyabetiniz eğer iyi şekilde yönetiliyorsa (yani Hba1C değerinin yüksek olmadığı, beslenme ve egzersiz dengesinin kurulduğu), COVID-19’dan fazla etkilenme riskiniz muhtemelen daha düşük olacaktır.

Diyabete ek olarak kalp hastalığı veya başka komplikasyonlara sahip olmak, diğer viral enfeksiyonlar gibi COVID-19’dan da ciddi şekilde etkilenme olasılığını arttırmaktadır, çünkü birden fazla rahatsızlık karşısında vücudunuzun enfeksiyonla savaşması zorlaşmaktadır.

Viral enfeksiyonlar ayrıca diyabetli kişilerde iltihabı veya iç şişliği artırabilir. Bu aynı zamanda hedefin üzerindeki kan şekerlerinden de kaynaklanabilmektedir. Sonuç olarak bu iltihaplanma daha ciddi komplikasyonlara katkıda bulunabilir. Bilindiği üzere COVID-19’un ileri evrelerinde akciğerlerde iltihap oluşmakta ve sıvı birikimi olabilmektedir.

Soru-3: Tip 1 ve Tip 2 diyabetli kişiler için riskler farklı mı?

Cevap-3: Tıp otoriteleri tip 2 diyabet de dahil olmak üzere belirli altta yatan herhangi bir tıbbi rahatsızlıkları olan her yaştan insanın COVID-19 karşısında komplikasyon riskinin arttığını bildirmektedir.

Her iki diyabet tipine sahip kişilerin yaşlarına, geliştirdikleri komplikasyonlara ve diyabetlerini ne kadar iyi yönetebildiklerine göre değişiklik gösterebileceğini unutmamak önemlidir.

Soru-4: DKA (Diyabetik Ketoasidoz) hakkında endişelenmek gerekir mi?

Cevap-4: Viral enfeksiyonla hasta olduklarında, diyabetli kişiler, genellikle tip 1 diyabetli kişilerde görülen diyabetik ketoasidoz (DKA) riskiyle karşı karşıya kalırlar.

DKA, sıvı alımını ve vücudun elektrolit seviyesini yönetmeyi zorlaştırabilir – bunlar, sepsisin yönetiminde önemlidir. Sepsis ve septik şok, COVID-19’lu bazı kişilerin yaşadığı ileri seviyedeki ciddi komplikasyonlarındandır.

Kaynakça:

https://www.diabetes.org/coronavirus-covid-19/how-coronavirus-impacts-people-with-diabetes

https://www.medicalnewstoday.com/articles/covid-19-and-diabetes#prevention