Tip 1 Diyabet (Page 3)

İnsülin pankreastan kan dolaşımına salınır ve böylece vücudun farklı bölgelerine ulaşabilir. İnsülinin vücutta birçok etkisi vardır, ancak esas olarak vücudun karbonhidratları nasıl kullanılacağını kontrol eder.

Karbonhidratlar, insan vücudu tarafından glikoz adı verilen bir şeker türünü üretmek için parçalanır. Glikoz, hücreler tarafından kullanılan ana enerji kaynağıdır. İnsülin, glikoz seviyelerimizin dengeli olduğundan emin olmak için karaciğerimizle, kas ve yağ dokusuyla veya diğer bir deyişle sinir sistemi ve gastrointestinal sistem ile iletişim kurar. Bir başa deyişle kaslarda, karaciğerde ve yağda bulunan hücrelerin bu glikozu alıp enerji kaynağı olarak kullanarak uygun şekilde çalışabilmelerini sağlar.

İnsülin olmadan hücreler, glikozu yakıt olarak kullanmayacak ve işlevlerini yerine getirmemeye başlayacaklardır. Ekstra glikoz, hücreler tarafından yağ olarak depolanmak üzere dönüştürülebileceği için kullanılmaz. Buna ek olarak, insülin diğer metabolik etkilere sahiptir (protein ve yağ parçalanmasının durdurulması gibi).

İnsülin, glikozun hücrelere girmesini sağlayarak hem hücrelerin gerekli enerjiyi almasını hem de bu sayede kan dolaşımındaki glikoz seviyesinin normal olmasını sağlar. Besin alımını ve vücudun metabolik ihtiyaçlarını dengelemek için insülin salımı sağlıklı kişilerde sıkı bir şekilde düzenlenir. Yemek yediğimiz zaman, glikoz kan dolaşımı tarafından emilir kanımıza kan şekeri seviyesini yükselmesine neden olur. Kan glikozundaki bu artış, insülinin pankreastan salınmasına neden olur, böylece glikoz hücrelerin içinde hareket edebilir ve kullanılabilir. Glikoz hücrelerin içerisine enerji sağlamak için girdikçe kandaki glukoz miktarı normale döner ve insülin salınımı yavaşlar. Protein içeren besinler ve bağırsak tarafından üretilen diğer hormonlar da besine cevap olarak insülin salımını uyarır.

Adrenalin gibi stresin anında salınan hormonlar ise insülin salınımını durdurur ve daha yüksek kan şekeri seviyelerine yol açarak stresli olay ile başa çıkmaya yardımcı olur.

İnsülin, pankreasın ürettiği bir diğer hormon olan glukagon ile birlikte çalışır. İnsülin kan şekerini düşüren bir etkiye sahip olmasıyla birlikte glukagon ise tam tersi kan şekerini yükseltici bir etkiye sahiptir. Bu iki hormon kan şekeri seviyelerini vücudun düzgün çalışmasına izin verecek sınırlar içerisinde kalmasını sağlar.İ

Tek kullanımlık ya da içerisindeki insülin haznesinin değiştirilebildiği insülin kalemleri mevcuttur. Günümüzde daha çok hijyen, kullanım kolaylığı ve pratiklik açısından daha çok tek kullanımlık insülin kalemleri tercih edilmektedir. Örneğin kişi tek kullanımlık insülin kalemini kaybettiğinde yenisine hemen ulaşabilirken tek kullanımlık olmayan insülin kullanan biri için bu kadar kolay temin edilemeyebilir. 

İnsülin Kalemlerinin Özellikleri

  • Kullanımı kolaydır ve eğitim süresi kısadır. (Sadece ihtiyacı olan doz ayarlanıp; doz verme düğmesine basmak yeterlidir.)
  • Enjeksiyonu kolaydır.
  • Taşıması kolay ve daha pratiktir.
  • Hatalı doz yapılmasını minimuma indirir.
  • Görme sorunu olan hastalarda kullanımı daha uygundur. Çünkü insülin kalemlerinde doz ayarlamaları yapılırken her doz sonrası ses çıkar. Kişi bu sesleri sayarak gerekli doz ayarlamasını yapabilir.
  • Vücuttan bağımsız taşındığından dolayı bir yerlerde unutulma ihtimali yüksektir.

Temizlik

Tüm enjeksiyonlarda olduğu gibi insülin enjeksiyonu da yapılırken hijyen en çok dikkat edilmesi gereken konudur. 

İlk olarak eller ılık su ve sabunla yıkanarak ellerin temiz olduğundan emin olunur. Eğer kişi ellerini yıkamayacak durumdaysa yanında ıslak mendil bulundurması uygundur. Ardından insülin yapılacak bölgeyi kontrol edilerek o bölgede herhangi bir şişliğin, kızarıklığın, yaranın ve liponun yani emilimi etkileyecek bir durum olup olmadığını kontrol etmenizde fayda vardır.

Saklama Koşulları

  • Kullanılmayan insülin kalemleri buzdolabında saklanmalıdır. Ancak bu koşullar 0′ C’nin altında olmamalıdır.
  • En uygunu insülinlerin buzdolabının dondurucu ve 0′ C bölgesi dışındaki bölümlerde saklanmasıdır. Bu derecenin altındaki sıcaklıklarda saklanan insülinlerin aktivitesi düşer yani bozunmaya başlar.
  • Kullanılan insülin kalemleri oda sıcaklığında saklanmalı ve bu sıcaklığın üstüne gelmemesine dikkat edilmelidir. Çünkü 25 C’nin üstünde insülinin aktivitesi düşer yani bozunmaya başlar. Özellikle yaz aylarında dikkatli olunmalıdır. Güneş altında kesinlikle bırakılmamalıdır. Bu durumun önüne de termos görevi gören bir insülin çantası kullanarak geçilebilir.
İnsülin Çantası – Yerleştirilen buz ile birlikte özellikle yaz aylarında insülinin sıcaktan korunması sağlanır.
  • İnsülinin uygun saklama koşullarında tutulmaması durumunda yapılan insülinin istenilen etkiye sahip olmaması durumu ortaya çıkabilir. Örneğin kişi insülini enjekte ettikten sonra kan şekeri istediği seviyeye düşmeyebilir ve hiperglisemi durumu oluşabilir.
  • İnsülinin uygun saklama koşullarında tutulmaması durumunda yapılan insülinin istenilen etkiye sahip olmaması durumu ortaya çıkabilir. Örneğin kişi insülini enjekte ettikten sonra kan şekeri istediği seviyeye düşmeyebilir ve hiperglisemi durumu oluşabilir.
  • İnsülin buzdolabından çıkarılıyorsa enjeksiyon öncesi oda sıcaklığına gelmesi beklenir. Soğuk insülin direkt olarak kullanıldığı edildiği taktirde enjekte edilen bölgede sancı olabilir.

İnsülin kalemlerini kullanmak için genel bir rehber aşağıdaki gibidir:

  • Ellerinizi yukarıda belirtildiği gibi temizleyin.
  • Yukarıda belirtilen saklama koşullarına uyarak, yeni bir kalem kullanıyorsanız, kullanmadan 30 dakika önce buzdolabından çıkarın.
  • Son kullanma tarihini kontrol edin.
  • İnsülinin doğru tip ve etkide olup olmadığını kontrol edin.
  • Gerekirse, yeniden kullanılabilir bir kaleme yeni bir kartuş yerleştirin.
  • İnsülini, kalemi avucunuzun arasında hafifçe döndürerek karıştırın. Böylece insülin oda sıcaklığına daha hızlı şekilde gelecektir ve eğer karışması gereken tipte bir insülin ise homojen olacaktır.
  • Kalemin kapağını çıkarın.
  • Kaleme yeni bir iğne ucu takın.

İğne Ucu ile İğnenin Batırılış Yöntemi Arasındaki Bağlantı

4mm ile yapılan enjeksiyon direkt olarak batırılırken, 6mm, 8mm gibi uzun iğne uçlarında deri kıvırma yöntemiyle yani deri çimdiklenerek işlem yapılır. Bu yöntemin amacı iğne ucunun uzun olmasından dolayı kasa gelme riskini ortadan kaldırarak; yağ dokuya denk geldiğine emin olmaktır.

İğne uzunluğuna göre yeterli yağ dokusu varsa, iğnenin 90 derecelik bir açıda batırılması önerilir. 

Çok zayıf kişilerde ise kasın içine enjekte edilmesinin önlenmesi için iğne 45 derecelik bir açıda tutulmalıdırlar.

Aşağıdaki tabloda bu uygulamayı özetlenmektedir.

  • İğnenin kapağını çıkarın.
  • Oluşabilecek havayı ortadan kaldırmak için insülin kalemi dik tutularak 1-2 ünite boşa akıtılır.
  • İnsülin dozunuzu ayarlayın.
  • Enjekte etmeden önce dozu iki kez kontrol edin.
  • Seçilen enjeksiyon bölgesini alkolle temizleyin.
  • Yara veya çürük olan bölgelere enjekte etmeyin.
  • Giysi üzerinden enjeksiyon yapmayın. Böyle yapmak daha fazla acıya ve olası enfeksiyona neden olabilir.
  • Mümkünse, topaklanmaları veya şişmeleri önlemek için enjeksiyon bölgesini değiştirin.
  • Kalemi enjekte edilecek yere göre doğru açıyla enjeksiyon bölgesinde 10 saniye tutun.
  • Enjeksiyon düğmesine basın.
  • İğneyi deriden çıkarmadan önce 10 saniye bekleyin.
  • Enjeksiyon bölgesine 5 ila 10 saniye baskı uygulayın, ancak cildi fazla ovmayın. Çünkü enjekte edilmiş insülin deriden çıkabilir.
  • İğneyi çıkarın ve güvenli bir şekilde atın.
  • Kalemin kapağını kapatarak buzdolabına yerleştirin.


Bazı kişiler özellikle toplum içerisindeyken insülin enjeksiyonunu yaparken çekingenlik gösterebilmektedir. Bu sebepten dolayı enjeksiyonu giysilerinin üzerinden yapabilmektedirler. 

Bu durum:

  • Genel hijyen kurallarına aykırıdır. 
  • Doğru bir deri kıvrımı oluşturmak ve tutmak zordur. 
  • Enjeksiyon yerini muayene ederek kanama ya da insülin akışı olup olmadığını anlamak mümkün değildir. 
  • Kumaş kalem iğnesinin üzerindeki kayganlaştırıcı film tabakasını çıkarabilir ve/veya içinden geçerken iğnenin ucunu eğriltebilir. Bu durum enjeksiyon sırasında acı verebilir.

İnsülin kalemlerinin enjeksiyonunu gerçekleştiren kısım ise iğne uçlarıdır. Daha önceki yıllarda insülin tedavisinde kullanılan iğne uçları 12.7 milimetre (mm) uzunluğundaydı. Ancak günümüzde  daha küçük olan 8 mm, 6 mm, 5 mm, 4 mm iğne uçları da kullanılmaktadır. Bu da insülin enjeksiyonunu geçmişte olduğundan daha az ağrılı olmasını sağlamıştır.

İğnenin uzunluğundan çok kalınlığı enjeksiyonun ağrılı olup olmamasını daha fazla etkilemektedir. Bunun yanında yüksek dozda insülin enjeksiyonu yapan bir kişinin kullandığı iğne ucunu kalın tercih etmesi gerekebilir. Çünkü böylece daha hızlı enjeksiyon yapılabilir ve sızıntı olması engellenebilir.

İğnenin üzerindeki G terimli sayı ne kadar yüksek olursa, iğne o kadar incedir. Örneğin, bir 32G (0,23mm) iğnesi 31G (0,25mm) iğneden daha incedir.





Hangi uzunluktaki iğne ucunun kullanılacağı enjeksiyon yapılacak bölgenin yağ doku oranına göre değişmektedir.

Birlikte kullanıldığı insülin kaleminden ayrı olarak satılmaktadır. İğne kalemin ucuna tutturularak ya da vidalanarak sabitlenir.

İğne uçları her enjeksiyondan sonra değiştirmelidir. Ve tek kullanımlık olarak kullanılmadığında çeşitli riskler ortaya çıkar. Bu riskler:

  • İğnede bakteri üremesi ve kirlilik oluşması,
  • Enjeksiyon sırasında ağrı yaşanması,
  • Lipodistrofi oluşması,
  • İğnenin ince ucunun kırılması,

Görselin kaynakçası: https://www.diabetesdaily.com/blog/2014/01/how-many-times-can-you-reuse-a-syringe/

Gün boyunca, birçok farklı faktöre bağlı olarak, kan şekeri seviyeleri, aşağı veya yukarı doğru değişecektir. Bu normal bir süreçtir.

Vücuda herhangi bir zararının olmadığı aralıklarda değişiyorsa muhtemelen bu değişimler kişi tarafından algılanamayacaktır. Fakat olması gereken aralığın altına düşerse ve tedavi edilmezse, tehlikeli olabilir. 

Kan şekeri düzeyi normal değerlerin altına düştüğü zaman, hedef aralığınıza geri getirmek için müdahale etmek gerekir. Bununla birlikte, doktorunuzla kendi kan şekeri hedefleriniz hakkında konuşularak hangi seviyenin hipoglisemi olarak tanımlanacağı belirlenebilir. Ancak genellikle kan şekeriniz 70 mg / dL’den az olduğunda yapılır. 

Hipogliseminin belirtileri ani şekilde gerçekleşir ve kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu yüzden diyabetliler kendilerini iyi tanımalıdır. Düzenli ölçümlerin yanında farklı hissettiğinde ve kendinde bir gördüğünde de kan şekeri ölçümleri yapılarak kişi kendini tanıyabilir. Bununla birlikte yaşadığı durumlar karşısında yorum yapabilme yeteneği kazanır.

Hipogliseminin Genel Belirtileri

Belirtiler genel olarak şu şekildedir (hafiften şiddetliye doğru) : 

  • Titremek
  • Sinirli ya da endişeli olmak
  • Terlemek
  • Sinirlilik veya sabırsızlık
  • Kafa karışıklığı
  • Yüksek nabız
  • Şaşkın hissetmek veya baş dönmesi 
  • Açlık
  • Mide bulantısı
  • Ciltte solgunluk
  • Uykulu hissetmek
  • Halsizlik
  • Bulanık / zayıf görüş
  • Dudaklarda, dillerde, yanaklarda karıncalanma veya uyuşma
  • Baş ağrısı
  • Koordinasyon sorunları (Yürürken aksamak, yön duygusunu kaybetmek.)
  • Kabuslar veya uyku sırasında bağırmak
  • Nöbetler

Düşük kan şekeri seviyesi, adrenalin (epinefrin) hormonunun salınmasını tetikler. Adrenalin, yüksek nabız, terleme, karıncalanma ve sinirlilik hali gibi hipoglisemi semptomlarına neden olan şeydir.

Kan Şekeri Düştüğünde Müdahale Edilmemesi Nelere Yol Açar ?

Kan şekeri seviyesi daha da düşmeye devam ederse, beyin yeterince glikoz alamaz ve gerekli gördüğü fonksiyonların çalışmasını durdurur. Bu da görme bozukluğuna, kafa karışıklığına, konuşma bozukluğuna, uyuşukluğa ve halsizliğe yol açabilir. Kan şekeri çok daha uzun süre düşük kalırsa, nöbetlere, komaya ve çok nadiren ölüme neden olabilir.

Hipoglisemi Anında Yapılması Gerekenler

Kan şekeri düştüğünde eğer kişinin bilinci yerindeyse ve algıları kapalı değilse 15 gram karbonhidrat alması ve 15 dakika sonra ölçüm yapması gerekmektedir. Ve hala 70mg/dL’nin altındaysa yeniden 15 gram karbonhidrat alınarak 15 dakika sonra ölçüm yapılır. Kan şekeri değeri 70mg/dL’nin üstüne çıkana kadar bu işleme devam edilir. Bu yöntemi uygulamak düşük kan şekerini kontrollü olarak yükseltmeyi sağlar. Böylece hipoglisemiden, hiperglisemiye geçişin önüne geçilir. 

Çünkü çoğu kişi hipogliseminin de getirdiği açlık ve yeme dürtüsüyle can havliyle ellerinden geldiğince karbonhidrat almak isterler ve aldıkları karbonhidratın farkında olmazlar. 

Ancak bu bahsedilen 15 gram karbonhidrat yöntemi genellikle küçük çocuklarda uygulanmaz. Çünkü 15 gramdan daha az karbonhidrata ihtiyaç duyabilirler. (Bebekler 6 gram, çocuklar 8-10 gram) Bu noktada daha önceden de belirtildiği gibi kişinin kendini tanıması önemlidir. 

Hipoglisemi tedavi edilirken, karbonhidrat kaynağı seçimi önemlidir. Kompleks karbonhidratlar veya karbonhidrat ile birlikte yağ içeren gıdalar (çikolata gibi) glikoz emilimini yavaşlatabilir. Bu sebepten dolayı acil durum düşüklüğünü tedavi etmek için tercih edilmemelidir.

Pratik olması açısından, meyve suyu, küp şeker, bal gibi glikoz oranı yüksek ve hızlıca kana karışabilen gıdalar tercih edilebilir.

Hipoglisemiden Nasıl Kaçınılır?

Hipoglisemiyi önlemenin en iyi yolu sürekli kan şekeri takibi yapmaktır. Buna göre kan şekeri düştüğü zamanların öncesini ve sonrasını belirleyerek ona göre önlemler alınması sağlanır.

  • Kan şekerinin ölçülmesi gereken zamanlar;
  • Yemekten önce ve sonra,
  • Yatmadan önce,
  • Gün içerisinde yoğun egzersiz yapılmış ise gecenin ortasında (gece saat 3’de),
  • Eğer tedavide ve yaşam koşullarında değişiklik yapıldıysa (egzersiz, beslenme, uzun yolculuk) ölçümlerin daha da sıklaştırılması gerekir. 

Hipogliseminin Sebepleri

Hipogliseminin en yaygın sebebi alınan insülinin ve yenilen yemeğin dengesinin tutturulamamasıdır. Bununla beraber yoğun egzersiz hipoglisemiye sebep olabilecek etkenlerdendir. 

İnsülin ve yemek zamanlamasının uygun yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda kişi yaptığı insülinin özelliklerini iyi bilmelidir (etki süresi, etki hızı).Bu sebepten, yemekten önce insülin ölçümleri ihmal edilmemelidir. Karbonhidrat sayımı yapmayı bilmek dengeyi sağlamada fayda sağlar.  

Yüksek kan şekeri, 

  • Vücudun insülini uygun şekilde kullanamadığı, 
  • İnsüline sahip olmadığı,
  • Çok az insüline sahip olduğu gerçekleşen bir durumdur.

Hiperglisemiyi Tetikleyen Faktörler

  • İyi yönetilemeyen diyabet
  • Planlandığından daha az hareket (egzersiz) edilmesi
  • Soğuk algınlığı ya da grip gibi rahatsızlıklar
  • Stres
  • Vücuttaki hormon dalgalanmaların fazla olduğu durumlar

Hipergliseminin Belirtileri

Hipergliseminin Belirtileri

Eğer Tedavi Edilmezse Oluşabilecek Durumlar

Hiperglisemi tedavi etmezseniz ciddi bir problem olabilir, bu yüzden bunu tespit eder etmez tedavi etmek çok önemlidir. Tespit etmek için de belirtilerin olmasını beklemeden düzenli kan şekeri ölçümleri yaparak durumun önüne geçmektir. 

Hiperglisemi tedavi edilmezse ketoasidoz adı verilen bir durum ortaya çıkabilir. Vücut yeterli insüline sahip olmadığı zaman ketoasidoz gelişir. İnsülin olmadan vücut, glikozu yakıt için kullanamaz, böylece yağları enerji için kullanmaya ayırır.

Vücudunuz yağları parçaladığında, keton adı verilen atık ürünler üretilir. Vücudunuz büyük miktarlarda ketonlara tahammül edemez ve idrar yoluyla onlardan kurtulmaya çalışacaktır. Ne yazık ki, vücut tüm ketonları serbest bırakamaz ve kanınızda birikerek ketoasidoz oluşturabilir.

Keton Test Kiti

Ketoasidoz hayatı tehdit eder ve acil tedavi gerektirir. Semptomlar şunları içerir:

  • Nefes darlığı
  • Meyve gibi kokan nefes
  • Mide bulantısı ve kusma
  • Ağız kuruluğu

Bununla beraber ketoasidozun yanında diyabetin yaşanan genel komplikasyonlarının neredeyse hepsi (hipoglisemi dışında) yüksek kan şekerinin getirdiği problemlerdir. Bunlar da komplikasyonlar başlığı altında açıklanacaktır.

HbA1c terimi ortalama plazma glikoz konsantrasyonunu tanımlayan glikozlu hemoglobin (A1c) anlamına gelir. Vücutta oksijeni taşıyan kırmızı kan hücreleri içindeki bir protein olan hemoglobin, kanda glikoz ile birleşip ‘glike’ hale geldiğinde gelişir.

Glikozlu hemoglobin (HbA1c) ölçülerek, ortalama kan şekeri düzeyinin haftalar / aylar boyunca hangi değerlerde seyrettiğine dair genel bilgi edinilebilir.

HbA1c ne kadar yüksekse, diyabetle ilişkili komplikasyonların gelişme riski de artar.

HbA1c ortalama kan şekeri ölçümünün doğru bir ortalama değerini nasıl verir?

Vücut şekeri işlediğinde, kan dolaşımındaki glikoz doğal olarak hemoglobinin yapısına katılır.

Hemoglobin ile birleşen glikoz miktarı, o anda vücutta bulunan toplam şeker miktarı ile doğru orantılıdır.

İnsan vücudundaki kırmızı kan hücrelerinin yenilenmeden önce 8-12 hafta boyunca hayatta kalması nedeniyle, glikoz hemoglobin (veya HbA1c) ölçümü, bu süre boyunca ortalama kan şekeri seviyelerini yansıtmak için kullanılabilir ve bu da uzun süreli yararlı bir kan şekeri kontrolü göstergesi sağlar.

Son haftalarda kan şekeri seviyeleri ne kadar yüksekse, HbA1c değeri de o kadar büyük olacaktır.

HbA1c Hedefleri

Diyabeti olan insanlar için HbA1c hedefi: 48 mmol / mol (% 6.5) değerinin üstüne çıkmadığı rakamlardır.

Ancak bunun genel bir hedef olduğunun ve diyabetli bireylerin sağlık ekibiyle birlikte hedefin belirlenmesi gerektiği unutulmamalıdır.

HbA1c için, prediyabet veya diyabetli kişilerin şu şekilde gösterebilir:

HbA1cmmol/mol%
Normal42 mmol/mol veya altı% 6.0 veya altında
Prediyabet42 – 47 mmol/mol%6.0 – %6.4
 Diyabet48 mmol/mol ve üstü%6.5 ve üstü

HbA1c’yi düşürmenin faydaları nelerdir?

Yüksek HbA1c ile özellikle gözlerde ve böbreklerde bulunan sinirler ve daha kılcal kan damarlarındaki hasarlar arasında güçlü bir bağlantı görülmüştür.

Araştırmalar (UKPDS 35. BMJ 2000;321:405–12) göstermiştir ki, HbA1c’de %1 azalma olması durumunda:

  • Diyabete bağlı ölümlerde %21
  • Kalp krizi riskinde %14
  • Mikrovasküler komplikasyonlarda %37 azalma tespit edilmiştir.

Mikrovasküler komplikasyonlar şunları içerir:

  • Retinopati
  • Nöropati
  • Diyabetik nefropati (böbrek hastalığı)

Araştırmalar ayrıca, HbA1c düzeyinin % 1 oranında azalması tip 2 diyabetli kişilerde şunları göstermiştir: 

  • Katarakt geçirme olasılığı %19 daha azdır.
  • Kalp yetmezliği %16 daha az olasıdır.
  • Periferik damar hastalığına bağlı olarak %43 oranında daha az amputasyon veya ölüm görülür


Teoride her glikoz seviyesine karşılık gelen HbA1c değeri vardır. Aşağıdaki tabloda HbA1c değerlerinin altında o değere karşılık gelen glikoz değerleri bulunmaktadır.

HbA1c
4.04.14.24.34.44.54.64.74.84.9
Glikoz68717477808285889194
HbA1c5.05.15.25.35.45.55.65.75.85.9
Glikoz97100103105108111114117120123
HbA1c6.06.16.26.36.46.56.66.76.86.9
Glikoz125128131134137140143146148151
HbA1c7.07.17.27.37.47.57.67.77.87.9
Glikoz154157160163166169171174177180
HbA1c8.08.18.28.38.48.58.68.78.88.9
Glikoz183186189192194197200203206209
HbA1c9.09.19.29.39.49.59.69.79.89.9
Glikoz212214217220223226229232235237
HbA1c10.010.110.210.310.410.510.610.710.810.9
Glikoz240243246249252255258260263266
HbA1c11.011.111.211.311.411.511.611.711.811.9
Glikoz269272275278280283286289292295
HbA1c12.012.112.212.312.412.512.612.712.812.9
Glikoz298301303306309312315318321324
HbA1c13.013.113.213.313.413.513.613.713.813.9
Glikoz326329332335338341344346349352

Diyabet iyi yönetilemediği durumlarda hassas damar yapısı olan göz bu durumdan etkilenir.

Göz Anatomisi

Diyabetli bireylerin diyabet olmayanlara göre daha fazla körlük riski vardır. Ancak, diyabetli olan kişilerin çoğunun ufak göz rahatsızlıklarından daha fazla bir şeyleri yoktur. Düzenli kontroller ile küçük sorunları küçük olarak kalması sağlanabilir.

Göz bozukluklarına hangi etkenlerin sebep olduğunu anlamak için, gözün nasıl görev yaptığını bilmek gerekir.

Göz, yapısal olarak sert bir dış zarla kaplı bir toptur. Bu dış zarın ön kısmı berrak ve kavislidir. Bu kavisli alan, gözü korurken ışığın odaklanmasını sağlayan korneadır.

Işık korneadan geçtikten sonra, saydam tabaka (koruyucu bir sıvı ile doludur) denilen bir boşluktan geçerek, gözbebeğine(gözün renkli kısmı olan iris), oradan da odaklama yapmayı sağlayan göz merceğine gelir. Son olarak, ışık, gözün merkezinden (vitreus) başka bir sıvı dolu bölmeden geçer ve gözün arkasındaki, retinaya çarpar. 

Retina, üzerine gelen görüntüleri kaydeder ve bu görüntüleri beynin algılayacağı elektrik sinyaline dönüştürerek beyine gönderir.

Makula gözün arka duvarında retina tabakasında 4-5 mm çapındaki bir alandır. Renkli ve hassas görme bu alanda olur. Retina merkezindeki makulada oluşan hassas görme “merkezi görme”, retina merkezinden uzak kenar bölgelerdeki daha zayıf olan görmeye ise “periferik görme” denir.

Retinanın arkasında yer alan kan damarları makulayı besler.

Diyabetin yol açtığı genel göz problemleri şunlardır:

Göz Tansiyonu (Glokom)

Amerikan Diyabet Derneğinin verilerine göre diyabetli kişilerde, diyabetli olmayanlara göre göz tansiyonu görülme olasılığı %40 daha fazla olduğu belirtilmektedir. Yaşlılıkla birlikte bu risk daha da artmaktadır.

Göz tansiyonu gözdeki basıncın artması neticesinde gelişir. Göz içindeki sıvının yapımı ile gözün dışına çıkışı arasında bir denge vardır. Bu denge sayesinde gözün içinde sabit basınç oluşur. Bu basınç göz küresinde görme duyusu ile ilgili doku ve organların bütünlüklerini korumaları için gereklidir.

Çünkü göz küresinin dışında ona baskı uygulayacak göz dışı kaslar, yağ dokusu, göz kapakları gibi yapılar vardır. Gözün içindeki basınç dış etkenlerden göz küresinin korunmasını sağlar.

Ayrıca göz içi sıvısı içerdiği oksijen ve besin maddeleri ile gözün içinde başta kornea olmak üzere pek çok yapının beslenmesini temin eder ve artık metabolizma ürünlerini uzaklaştırır. Kısaca göz içi basıncı “aköz hümör” tarafından oluşturulur ve göz sağlığı için gereklidir.

Gözdeki basıncın nedeni, gözün içerisinde üretilen ve küçük kanalcıklar aracılığıyla gözü terk eden göz içi sıvısının dengesinin bozulmasıdır. Sonuç olarak kanalcıklardaki tıkanıklık nedeniyle göz içerisinde üretilen sıvı gözü terk edemeyerek, gözün içerisindeki basınç yükselir. Yükselen basınç da görme sinirinin tahribatına neden olmaktadır. Göz siniri de göz ile beyin arasındaki bağlantıyı sağlar. Tedavi edilmediği durumlarda görme bozuklukları ve daha da ağır seyreden durumlarda körlüğe kadar giden durumlarla karşılaşılabilir.

Senede en az 1 kez doktor kontrolü yapılmalıdır.

Katarakt

Göz, yapıları olan kornea ve lensin kırıcılığı ve saydamlığı sayesinde net görmeyi sağlar. Lenste saydamlığın azalması ve bir nevi buğulanarak ışık geçirgenliğinin azalmasına katarakt denir. Katarakt, tedavi edilebilir ancak körlük nedenlerinin de başında gelir. Kataraktlı gözlerde en belirgin yakınma zamanla uzak ve yakın görmede azalmadır. İlerleyen katarakt körlüğe kadar gidebilir.

Kataraktlı Göz

Diyabeti olmayan kişilerde de görülen bu rahatsızlık; Amerikan Diyabet Derneğinin raporlarına göre diyabetli kişilerde %60 fazla görülür.

Diyabetli genç kişilerde bile dengesiz yönetilen diyabeti varsa katarakta yakalanma eğilimi vardır. 

Kataraktın günümüzde tedavisi mümkündür.

Diyabetik Retinopati

Diyabet, gözün özellikle sinir tabakasını (retina veya ağ tabaka) ve bu tabakadaki kılcal damarları etkileyerek çalışmasını bozmakta ve görme kayıplarına yol açmaktadır. Diyabetin yol açtığı retina hasarlarına retinopati denilmektedir.

Diyabetik Retinopati

Diyabetli gençlerde ergenlik çağından itibaren, 30 yaşından sonra ortaya çıkan bireylerde ise teşhis konulduğunda mutlaka göz muayenesi yapılmalıdır. Retina normal ise yılda bir kez muayene yapılmalıdır.

Diyabetik retinopatinin dört evresi vardır.

  • Hafif proliferatif olmayan retinopati

Bu en erken evredir ve mikroanevrizmalar oluşur. Bunlar retinanın küçük kan damarlarının duvarlarındaki baloncuklardır.

  • Orta proliferatif olmayan retinopati

Hastalık ilerledikçe retinayı besleyen bazı damarlar tıkanır.

  • Şiddetli proliferatif olmayan retinopati

Bu evrede tıkanan damar sayısının artmasıyla birlikte retinada beslenemeyen alanlar ortaya çıkar. Bu beslenmesi bozulan alanlardan bazı sinyaller gönderilerek yeni damar oluşumu uyarılır.

  • Proliferatif retinopati

Proliferatif retinopati, en yaygın retinopati şeklidir. Gözün arkasındaki kılcallarda kesecikler oluşur.

Proliferatif olmayan retinopati, gözün arkasındaki kılcal kan damarlarının tıkanmasıyla oluşur. Hafif, orta ve şiddetli olarak sınıflandırılır.

Maküler ödem

Retinopati genellikle bu aşamada görme kaybına neden olmamasına rağmen, kılcal damarlar, kan ve retina arasındaki maddelerin geçişini kontrol etme yeteneklerini kaybedebilir. Sıvı, gözün odaklamanın gerçekleştiği makula bölümünün içine sızabilir. Maküla sıvı ile şiştiğinde, maküla ödemi denen bir durum meydana gelir. Görme bulanıklaşır ve tamamen kaybedilebilir. 

Proliferatif olmayan retinopati genellikle acil bir tedavi gerektirmemekle birlikte, maküla ödemi derhal tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır.

Proliferatif retinopati

Bazı kişilerde, retinopati birkaç yıl sonra proliferatif retinopati adı verilen daha ciddi bir forma ilerler. Retinopati çeşitleri arasında en tehlikeli olanıdır. Bu formda, kılcal kan damarları çok hasar görürler. Yanıt olarak, yeni kan damarları retinada büyümeye başlar. Bu oluşan yeni kan damarları oldukça zayıf ve anormal yapıda olurlar ve kanayarak gözün görmesine engel olabilirler. Bunlar, retina yüzeyi veya gözün içini dolduran saydam vitreus jeline doğru büyüyebilirler.

Diyabetik retinopati nasıl görme kaybına neden olmaktadır?

Diyabetik retinopati sonucu hasar gören kan damarları iki yolla görme kaybına neden olmaktadır:

• Kolaylıkla kanayan, anormal kan damarları gelişebilir ve bunların göz içine kanaması sonucu görmede bulanıklık ortaya çıkar. Bu olay hastalığın en ileri ve dördüncü evresi olan proliferatif retinopati evresinde gerçekleşmektedir.

• Diyabet hastalığı nedeniyle bozulan kan damarı duvarlarından kanın sıvı kısmı keskin ve merkezi görmenin gerçekleştiği makulanın (sarı nokta) merkezine sızabilir. Sızan sıvı makulada şişme ve görmede bulanıklaşmaya neden olur. Bu durum makula ödemi olarak adlandırılmaktadır. Makula ödeminin ortaya çıkma riski her ne kadar hastalık ilerledikçe artsa da hastalığın herhangi bir evresinde görülebilmektedir. Proliferatif diyabetik retinopatisi olan hastaların yaklaşık olarak yarısında aynı zamanda makula ödemi de bulunmaktadır.

Diyabetik retinopati nasıl tedavi edilir?

Diyabetik retinopatinin ilk üç evresinde makula ödemi olmadığı sürece tedavi gerekmeyecektir. Diyabetik retinopatinin ilerlemesinden kaçınmak için şeker hastalarının kan şekeri, kan kolesterolü ve kan basıncı düzeylerinin mutlaka sıkı kontrol altında tutulmaları gerekmektedir.

Proliferatif retinopati lazer ile tedavi edilir. Lazer tedavisinde amaç anormal kan damarlarının yakılarak kapatılmasına yardımcı olmaktadır. Lazer tedavisi anormal kan damarları kanamaya başlamadan önce uygulandığında daha etkili olmaktadır. Bu nedenle diyabet hastaları düzenli olarak genişletilmiş göz bebeğinden detaylı göz dibi muayenesi yaptırmalıdır. Kanama başlasa bile kanama düzeyine bağlı olmak koşuluyla yine de lazer tedavisi mümkün olabilir.

Eğer kanama şiddetli ise vitrektomi olarak isimlendirilen bir ameliyatın uygulanması gerekebilir. Vitrektomi ameliyatındaki amaç ile gözün içindeki kan temizlenmektir.

Diyabetin diğer komplikasyonları için:
https://diyabetim.net/komplikasyonlar/

*http://www.diabetes.org/living-with-diabetes/complications/eye-complications/?loc=lwd-slabnav

*http://www.bucatip.com.tr/saglik_kosesi/goz-hastaliklari/diyabetik-retinopati

*http://www.dunyagoz.com/tr/tibbi-birimlerimiz/retina/diyabetik-retinopati

Kişinin kan şekeri düzeyi normalden yüksek olmasına karşın diyabet tanısı koymaya yeterli yükseklikte olmaması durumunda kişi gizli şeker hastası yani pre-diabetik olarak tanımlanır.

Doktorlar bazen prediyabeti, tespit edildiğinde hangi testin kullanıldığına bağlı olarak bozulmuş glukoz toleransı (IGT) veya bozulmuş açlık glikozu (IFG) olarak da adlandırır.

Bu durum sizi Tip 2 Diyabet ve kardiyovasküler hastalık gelişimi için daha yüksek bir risk altına sokar. Bu yüzden gizli şekeri olan kişilerin sıklıkla tahlil yaptırmaları gerekmektedir.

Unutulmamalıdır ki gizli şekeri olan kişi illa tip 2 diyabete yakalanacak anlamına gelmez. Erken ve uygun müdaheleler sonucunda kan şekeri normal seviyelerine gelebilir.

Sebepler

Prediyabetin nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Ancak aile öyküsü ve genetik yatkınlık önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Hareketsizlik ve fazla yağlanma -özellikle de karın yağları- diğer önemli faktörler arasındadır.

Belirtiler

Diyabette olduğu o kadar yüksek kan şekeri olmadığından dolayı hastalık belirti göstermez ya da çok az gösterir. Bu belirtiler de klasik diyabet belirtilerinin hafif olanı şeklinde seyreder..

Gizli şekeri olan kişilerin kan şekeri seviyesi değerleri şu aralıklardadır:
HbA1c : % 5.7 -% 6.4
Açlık Kan Şekeri : 100 – 125 mg/dl
Tokluk Kan Şekeri   : 140 mg/dl – 199 mg/dl

Bozulmuş glukoz toleransı olan kişiler, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol düzeyleri, fazla kiloluğu içinde barındırdığı kardiyovasküler hastalık riski ile karşı karşıyadır.

Risk Faktörleri

Gizli şekerin risk faktörleri tip-2 diyabetin belirtilen risk faktörleri ile benzerlik göstermektedir.

  • Ailede diyabet öyküsü,
  • Şişmanlık,
  • Kişinin 25 yaştan büyük olması,
  • Açıklanamayan ölü doğum öyküsü,
  • Gizli şeker öyküsü,
  • Sişman ya da çok düşük kilolu bebek doğurmuş olmak,
  • Polikistik over hastalığı,
  • Kortikosteroid kullanımı,
  • Hipertansiyon,

Gebelik planlanmadan önce ve tüm gebelerin ilk kontrolünde risk değerlendirilmesi yapılmalıdır. Yapılan değerlendirmelerin sonucunda kişinin risk grubu belirlenir. Doktorunuz sizi bu bilgiler ışığında değerlendirir ve duruma göre hareket edilmesi sağlanır.

Risk Grupları

• Düşük risk

• Yüksek risk

• Çok yüksek risk

Düşük Risk

  • Beden kitle indeksi <25 kg/m2,
  • 25 yaşın altında ,
  • Ailede ya da kişinin kendisinde ait diyabet öyküsü yok ise

Yüksek Risk

  • Beden kitle endeksi, 25 kg/m2 
  • Hareketsiz yaşam 
  • Aile öyküsü
  • Şişman bebek doğurmuş olmak
  • Hipertansiyon
  • Kan yağlarında artış
  • Polikistik over sendromu 
  • Gizli şeker

Çok yüksek Risk

  • Beden kitle endeksi >30 kg/m2
  • Gestasyonel DM öyküsü
  • Şişman bebek doğurma
  • Aile öyküsü
  • Glikozüri
  • Polikistik over